Kalp mi hüzünlüydü?
Yoksa ben miydin sancıyan?
Pek kıymetli nesneydi aşk.
Şehvet sanmıştı onu insan.
Halbuki aşk yaratılanı sevmekti;
Yaratandan ötürü.
Şiir bir yakamozdu;
En naif yansıması bir aşkın geceye.
Bense ruhani lideriydim aşıkların;
Saçlarını severek ağartan.
Ve hiç olmadım sevdiğim için pişman.
Hayal kırıklıklarım oldu elbet;
Ve kaşıntılarım;
Isırganları da sevişimden.
Yine de inandım aşkın şifasına.
Sevmek kutsal bir çileydi;
Kalbe çakılan bir çarmıh çivisi.
Katlandım aşkın ıstırabına;
Meryem’in ve İsa’nın hatırına.
Aslında dostumdu kraliçe arı.
Arkamdaydı karınca kolonileri.
Çağırsam gelirdi,
Sihirli ormanın korucuları,
Ve bir ıslığımı bekleyen yıldırımlar.
Ben Allah’a sığındım zorbalıktan;
Girmedim meskûn mahal savaşlarına.
Aşkın da hukuku vardı.
İlhak etmedim hiçbir toprağı.
Rızasız derilmezdi bahçenin gülü.
Mektuplar gönderdim sadece aşka;
Cenneti özlediğim kış gecelerinde.
Mektuplarım pimi çekilmiş birer el bombası.
Sırat gibi ince, kılıçtan onurluydu sözlerim.
Patlasaydı, güller açacaktı yanaklarında.
Bir ben mi alıyorum,
Ürkek hüzünlerin kokusunu;
Göçen kuşların kanat çırpışlarında?
Beton döküldü üstüne posta kutumun.
Artık gönderemem sana mektuplarımı.
Loş bir ışığın altında beklesin özlemim.
Ben bir nefesin mâni olduğu vuslatı beklerim.
Yağsın yağmurlar,
Boşalsın gökyüzü;
Bulutlar aşkla etsin sema.
Meleklerin indirdiği katreler;
Temizlesin yeryüzünü.
Aşkın hüznü kaplasın;
Şehvetle kirlenen ademi.
Hüzünlü bir kalptir;
Aşkın yegane mabedi.
Ölür Mecnun, Ölür Leyla,
Sadece aşk kalır geriye sağ.
Dağlar bile hallaç pamuğu gibi atılır;
Surun üflendiği kıyamet sabahında.
Ömer Furkan Kesikbaş – 01.01.2024