Galanthus…
Baharı getiren çiçek…
Sabrın müjde yüklü tohumu…
Toprağı ve buzu çatlatan filiz…
Yeniden doğuşun kristal berraklığı…
Moria…
Kaf dağının zümrüt renkli doruğu…
Betula ağaçlarının erişemediği yükseklik...
İnsan doğasındaki kardelen yücelik…
Sen, münzevi arayışların amber kokusu…
Sen, gayretin bir coğrafyaya ektiği bereket.
Sen, sisli günlerimi aydınlığa çeviren lema.
Sensin, Meryemce bir duruşun vücut bulduğu dimağ.
Zemheri mevsiminde nasıl geçirdin zifiri ayaz geceleri?
Nasıl arındın masivadan?
Nasıl tezkiye ettin ruhunu?
Sen, bir kar yangını içerisinde umudun çiçek açmış hali…
Seninle bir nisan yağmuru sonrası nemli çayırlarda buluşmak isterdim.
Ellerimde rengarenk kır çiçeklerinden bir demet buket...
Kasımpatıdan, yaseminden ve papatyadan bir taç yapmak isterdim sana.
Hikayeni yine ve yeniden dinlemek isterdim tüm detaylarıyla…
Öğrenmek isteyen küçük bir çocuk heyecanıyla sorular sorardım sana…
Ve herkesin bilmesini isterdim seni…
Ama önce ormandan başlardım…
Çamlara, köknara ve ladine anlatırdım hikayeni…
Sonra sincaba, çalıkuşuna ve nar bülbülüne anlatırdım seni…
Çünkü onlar da bilmeli seni… Tıpkı herkes gibi…
Eğer sen antik çağlarda yaşasaydın;
Hera’yı, Artemisi ve Şahmeranı bilmezdik...
Aydınlanma çağı filozofları senden esinlenirdi sadece...
Senin hakikat mitin okutulurdu üniversitelerde...
Ve seninle aydınlanırdı insanlık…
Sen, gönlünde vahyi taşıyan Hira Dağı…
Sen, modern ontolojinin ilahi mesajı idrağı…
Sen, sonsuzluk ülkesinin bilge prensesi...
Sensin, cennetin en yüksek mertebesi.
Moria…
Baharı getiren çiçek…
Sabrın müjde yüklü tohumu…
Toprağı ve buzu çatlatan filiz…
Yeniden doğuşun kristal berraklığı…
Ömer Furkan Kesikbaş –
08.10.2023 01:10 – Ankara/Gölbaşı