Biz fetretteydik.
Aydınlanıyordu Batı.
Dünya artık yuvarlaktı.
Tanışmıştı çelik ile barut.
Artık yoktu savaşlarda kılıç;
Ateşten bir asra uyanmıştı balkanlar;
Koruyamadı orayı;
Medeniyetimize ait kalkanlar.
Düşmanlaştı beraber yaşayan milletler;
Ve başlamıştı isyanlar.
Birer birer yıkılıyordu;
Eski dünyadaki;
Kadim imparatorluklar.
Kaybetmiştik,
Yere düşmüştü;
Yeşil tuğralı sancağımız.
Porsiyonlara ayrılmıştı;
Harita üzerinde toprağımız.
Topraklarımız; emperyalist savaş makineleriyle,
Zihinlerimiz; jakobenist batı felsefesiyle işgal edilmişti.
Yenilmişti hikmet ve adaletle büyüyen bir devlet;
Sanayileşmiş, sömürgeci bir medeniyet karşısında.
Kurulmuştu Birleşmiş Milletler.
Bağımsız devletler oluyordu;
Milletler ve hatta aşiretler.
Belirmişti Kudüs’te kandan beslenen bir tümör;
Sistematik kötülüğü örgütlü yapan bir terör.
Berlin duvarı ile yıkıldı dünyanın güç dengesi.
Çünkü yoktu artık Fatihlerin demirden güllesi.
Şimdi ise, Filistin dışında işgal altında tüm dünya.
Sadece Gazze direniyor; canavar Leviathan’a.
İnsanlığın onurunu koruyor Gazze’nin bebekleri…
Her gün göklere yükselen Gazze’nin melekleri…
Çünkü işgal altındaydı eski dünyanın başkenti;
Gökleri delen binalar bozdu bulutlardaki ahengi.
Bursa Boston, İstanbul Manhattan olmuştu.
Şehir, bir yansımasıydı zihinlerdeki işgalin;
Temsili yükselişi Makyavellinin ve Kalvin’in.
Ve kayboluşu medeniyetin simgesi Hilalin.
Bin yıllık medeniyet indirgenmişti ateşten bir tahta.
Sus pus oturuyordu herkes;
Bir şey olmasın diye o tahta.
Neden herkes bu tahttan alıyordu onayı?
Giyotinsiz engizisyonlar kuruluyordu;
Kur farkından dolayı.
Neden kimse hatırlamıyordu binlerce yıllık rüyayı?
Çünkü artık yoktu gamzesine Kudüs konduran sevgili.
Biz onun suya attığı son taşın halkalarıydık büyüyen.
Samimi bir gayrettik yeni bir dünya hayaline yürüyen.
Sesimizi ulaştıramadık insanlara taht kavgasına girişen.
Modern çağın Ashâb-ı Kehf’i olduk, mağaralarına çekilen.
Ben mağaramın penceresinden izliyordum gök yüzünü;
Bekliyordum, güneşin batıdan doğacağı günün gündüzünü.
Seni bekliyordum aslında ve henüz tanımadan özlüyordum;
Yeni dünyadan eski dünyanın başkentine gelen gül yüzünü.
Çünkü sen;
Ruhumda baharı başlatan iklimin lalesi.
Batıdan doğan güneşin beklediğim halesi.
Yeni bir medeniyeti başlatan bir devrimin şulesi.
Kapitalist mutsuzluğa panzehir bir arayışın nişanesi.
Sen, şahinler ülkesinin güvercin kızı!
Kalbimde başlayan yangının kundakçısı.
İçimdeki depremin en şiddetli artçısı.
Kızmaya çalışıyorum sana...
Beni anlayamayışına...
Ve öfkelenmeye...
Bir demiri harlarcasına.
Bir çekiç olsun istiyorum düşlerim.
Nafile, sönüyor ateşim;
Aklıma gelince o zümrüt gözlerin...
Nasıl kızarım sana?
Üzerime devrilir büyüttüğüm çınarlar.
Kurur beni ben yapan o hikmetli pınarlar.
Çöl olur içimde çiçekler yeşerten baharlar.
Ve taşlar beni lanetlenmiş şeytanlar.
Sen,
Hidayetle bilenmiş çelikten bir bıçaksın.
Kara bulutların giremediği ışıktan konaksın.
Güneş’in doğuşundan önce beliren şafaksın.
İçinde yeni bir medeniyet müjdeleyen başaksın.
Moria!
Güneşi örtemez kara bulutlar; bir başak çatlatır kuraklıkları.
Gözyaşıyla mayalanan umutlar; söndürür ufuktaki karanlıkları.
Öğret bana tüm bildiklerini; Anlat çözemediğin soruları.
Sen ateş ol, ben pervane; Sen deniz ol, ben tersane;
Sen tabip ol, ben hastane; Sen dergâh ol, ben çilehane;
Sen saray ol, ben gülhane, Sen oku, ben yazayım şairane.
Kaybolalım arayışların engebeli patikasında.
Sonra birbirimizi bulalım bilgelik ormanında.
Mumların aydınlattığı bir gecenin sabahında;
Hakikate aşık ruhlarımız birbirine dost olsun;
Yeter ki; adalet merkezli bir medeniyet kurulsun.
Ömer Furkan Kesikbaş - 17.12.2023